vartositesinin 2008-2011 dönemi kayıtları burada. Ancak 2011-2012 ve daha sonrasının güncel kayıtları için lütfen www.vartotv.com adresine gidiniz

vartositesi yenilendi

vartositesi yenilendi
Gitmek için tıklayın !

Bir Dersim Hikayesi; Yavuz Semercioglu anlatti...

 Bir Dersim hikâyesi...
Tek odaya tıkılan 100 kişinin üstüne kurşun yağdı, oradan sağ kurtulan üç kişiden biri benim babamdı!

İCLAL AYDIN yazıyor...

Hikâyemiz, o günlerde Dersim diye bilinen Tunceli’nin Hozat kazasının bir mezrasında geçer... Hava kurşun gibi ağırdır.. Çoluk-çocuk 100’e yakın insan konağa zorla sokulur. Çocuklar ağlamakta, odanın içinde herkes bağırmaktadır

Konağın pencereleri kırılır. Herkes susar, artık sadece mermi sesleri vardır... Bu konaktan sadece 3 kişi sağ çıkar. Bunlardan biri de ağanın oğludur. O gün çocuk olan ağa oğlu, Gazeteport’un yöneticisi, gazeteci Yavuz Semerci’nin babasıdır

Yavuz Semerci, bu gerçeği dün “Size Bir Dersim Hikâyesi Anlatayım” başlığıyla yazdı. Yazının ardından Gazeteport’ta buluştuk ve konuştuk. O anlatırken yıllardır taşıdığım sorularıma yakın sorularla büyüyen bir benzerimi dinlediğimi fark ettim...

Yaşanmış bu hikayeleri anlatmamış olmamız yeterince kötüydü bence. Anlatsaydık bu noktalara gelmeyecektik belki birbirimizi daha iyi anlayacaktık

Rüyalarında ağlayarak özür dileyen bir kadın gören ve bu rüyalara uzun yıllar bir anlam veremeyen bir delikanlı... Afyon’da deli Çavuş’un çok sevdiği kıvırcık saçlı oğlu... Dudağındaki yara izinin ve vücudundaki kurşun yarasından kalanın ne olduğunu henüz sorgulamamış anne babasına sevgiyle bağlı bir çocuk...

Bir gün okul çıkışı yanına genç bir adam gelir. Çocuğun sırrı bu genç adamda saklıdır. Anlatmaya başlar... Dudağındaki yara izinin 100’e yakın kadın ve çocuğu öldüren bir bombadan, bedenindeki kurşun yarasının annesinin bedenini parçalayarak çıkan üç kurşundan ona isabet edenin izi olduğunu söyler. “Sen Dersimli’sin, anne babamızı öldürdüler, bizi sürgüne gönderdiler, çocuk esirgeme kurumuna bıraktılar, ben kaçtım, sen kaldın, seni evlat edindiler, seni aradım buldum, ben senin ağabeyinim” der...

Üç gün boyunca gelip hep aynı şeyi anlatır. Üçüncü günün sonunda çocuk annesine “Sen benim gerçek annem değil misin” diye sorar. Karşısında ağlamaya başlayan kadın okul kapısına gelip inanmak istemediği o hikayeyi anlatan delikanlıyı haklı çıkarır...

Ertesi gün iki genç bir trene atlar ve Elazığ’a giderler. Oradan köylerine geçerler. Ağabeyi kardeşine çocuk ve kadınların içeri tıkılıp öldürüldükleri konağı gösterir. “Bu bizim evimizdi, annemiz burada öldü, sen kurtuldun, yaşlılar bizi dağa göndermişti, gelip seni kurtardık” diye devam eder hikayeye... Ama delikanlı Dersim’e yabancıdır bir kere...

Afyon valisi, Elazığ valisine telgraf çeker. Deli Çavuş perişandır. Karısı üzüntüden hasta olmuştur. Çok kıymet verdiği deli Çavuş’un oğlu Ahmet’i geri göndermesini ister. Anne ve babasını çok seven Ahmet Afyon’a döner. Bu konuda bir daha hiç konuşmazlar. Ağabeyine hakkına düşen topraktan vazgeçtiğine dair bir vekaletname gönderir... Ve Ahmet askeri okula yazılır...

Bunu neden yazdım?

Bu hikaye gazeteci Yavuz Semerci’nin babasına ait. Dün “Size Bir Dersim Hikayesi Anlatayım” başlığıyla yayınlanan yazısının ardından Yavuz Semerci’yle Gazeteport’ta buluştuk ve bu konuyu konuştuk.

O anlatırken yıllardır taşıdığım sorularıma yakın sorularla büyüyen bir benzerimi dinlediğimi fark ettim...

Kapıdan girdiğimde sormayı planladığım ilk soruyu yazısının çıktığı sabah kardeşi yönetmen Levent Semerci de sormuş: “Bunu neden yazdın?”

Tam da zamanı mıydı, saklanan bir hikaye miydi, Onur Öymen böyle bir cümle kurmasa anlatılmaz mıydı? Yoksa kendiliğinden mi çıktı ortaya diye sordum.

“Bugün pek çok kişiden duydum. İyi ki Onur Öymen böyle bir şey söyledi ve iyi ki sen böyle bir yazı yazdın diye. İyi ki konuşuluyor. Ben bu yazıyı niye yazdım? Bu bir gerçek ve ben bunu yaşamış insanların bir parçasıyım. Sorduğumuz sorulardı bunlar: Bir amcam var ve amcam Alevi ama biz Sünni’yiz. Peki biz niye Sünni’yiz diye soruyorsun kendine. Sorularla büyümüş bir toplumun çocuğuyuz hepimiz. Ve burası Türkiye sonunda diyerek durmuşuz. Bu hepimizin hikayesi aslında. Sadece benim değil ki. Hangimizin kökeninde saf bir bütün var ki? Kız almışsın, kız vermişsin, göçmüşsün, ölmüşsün, öldürmüşsün.. Bu yazıyı oturdum ve çok kısa bir süre içinde yazdım. Kendiliğinden taştı ve yerini buldu diyelim...”

Peki ne yazıyordu o yazıda? Ne anlatıyordu Semerci? İşte o yazı...

‘İstenmez, emredilir!’

“Yıl malum yıl. Herkesin unutmaya çalıştığı yıl. Ağlayacak anaların da öldürüldüğü yıl. Yani ağlayacak ana kalmadığından ağlama derdinin olmadığı ve kimsenin üzülmediği yıl... Hikâyemiz, o günlerde Dersim diye bilinen Tunceli’nin Hozat kazasının bir köyünün 1 kilometre ötesinde 1’i ağanın konağı, diğeri evi ve bir de taş ahırın olduğu mezrada geçer...

Hava kurşun gibi ağırdır... Haberler iyi değildir. Ama bir umut var bu bölgede yaşayanlar için.

Çünkü dağa çıkılmamış, askere karşı silah kuşanılmamış. Yani devlet en fazla buralardan sürer bizi demektedirler. Allah’ın bir günü. Çamur yoldan sabahın köründe, o lanet ayazında dağ taş asker dolar.

Erkekler ile kadın ve çocuklar ayrılır. Çavuş kadınlara karşı gayet kibardır. Hatta kendilerine çay yapılmasına izin verirler.

Bir süre bu emirden emin misiniz sorusunun yanıtı beklenir. Emir doğrudur ve kesindir ve tekrarlanır ve bir daha tekrarlatılmaması için uyarılır komutan. Askerler çaylarını bırakır, çatılmış tüfekler alınır ve tüm kadın ve çocukların konağa girmesi istenir.

İstenmez, emredilir. Az önce çay veren kadının yediği dipçik yeteri kadar açıktır. Erkekler zaten yoktur. Ve kendilerinden birkaç saattir haber alınmamaktadır. Konağın şömineli odası 30 bilemediniz 40 kişi alır. Çoluk-çocuk 100’e yakın insan eve zorla sokulur. Artık çocuklar ağlamaktadır. Odanın içinde herkes bağırmakta, kendilerini içeri iten askere lanetler yağdırmaktadır. Yaşlı ve bilge kadınlar Hakka yürüme zamanının geldiğinin farkındadır.

Hikayemizin kahramanı, ağanın oğlu, o sırada anasının kucağında şöminenin dibinde muhtemelen ağlıyordu. Muhtemelen çünkü hikayenin bu kısmını sadece rüyalarında o da hep değişik ve anlaşılmaz bir şekilde hatırlamaktadır. Daha sonra, yıllar geçtikten sonra anlar ki o rüyada ağlayan kadın kendi anasıdır ve ondan özür dilemektedir. Niye özür dilediğini önce anlamaz. Sonra ben seni koruyamadım sen çocuklarını koru dediğini anlar bir rüyasında...

O gün, o lanet gün o odadakiler bilmez ki, kasabanın dibine kadar yürütülen erkekler dere kenarında kurşunlanmıştır. Ve elbette bilmezler ki o gün binlerce insan sadece ve sadece Kürt-Alevi olduğu için öldürülecektir. Ve bilmezler ki birkaç dakika içinde onların da sonu bellidir.

***


Önce, tek odalı konağın hepsi ön yüze bakan 3 penceresi dipçiklerle kırıldı. Ve sustular. Sonra sadece mermi sesi vardı. Ve hemen ardından odaya birer ikişer atılan bombalar patladı. Birkaç dakika sonra içeri giren kimi asker süngüleriyle yaşayan yoklaması yaptı. Muhtemelen emri uygulayan ama tek kurşun bile sıkmamış çavuşun bağıran sesi duyuldu, ”Herkes odadan çıksın...“ Kahramanımıza anasını delip geçen üç kurşun isabet etti. Ama öldürücü değildi.

***


4-5 saat önce, askerler henüz çay içerken, yaşlı bir kadının uyarmasıyla dağa kaçan 3-5 genç çocuk askerlerin gidişiyle konağa geri gelir. Birisi de hikayemizin kahramanının kardeşidir. Katliamdan sadece üç kişi kurtulmuştur. Ağır yaralı kadına bir parça ekmek ve biraz da su bırakılır. Ve ardından dağa çıkılır. Katliamdan kurtulmayı başaranlar ile birlikte dağlarda, mağaralarda hayvanlar gibi saklanarak birkaç hafta geçirilir. Kahramanımız yaralı ve çoğunlukla ağlamaktadır. ”Dereye atalım“ diyenler çıkar... Çünkü ağlayan çocuk nedeniyle askerler yerlerini tespit edebilir diye korkuyorlardı. Bir keresinde ağabeyi yıllar sonra ona “Mağaranın yakınına askerler geldi. Sesin çıkmasın diye ağzını kapattım ve az daha seni kendi ellerimde boğuyordum“ der. Ağa çocuğu olması ve ağabeyinin koruyuculuğu sayesinde öldürülmekten ikinci kez kurtulmuştur. Henüz çok küçüktür ve devletin af ilan etmesinin ardından sürgüne gönderildiği yerde hayatı değişecek ve Kürt olduğunu yıllar sonra öğrenecektir. Ama tercihini yapmıştır artık...”

Gözlerimi mi kapayayım

Yavuz Semerci anlatırken bu iş bir gazete söyleşisi olmaktan çıkıyor. O anlatırken göz göze gelemiyoruz bazı anlarda. Acılı bir ülke hikâyesi bu...

Yavuz Semerci’nin babası Ahmet Semerci’nin askerî okula gidişini soruyorum:

“Babamın meslek olarak askerliği seçmesi bir travmanın sonucu mu yoksa çok sevdiği üvey babasına duyduğu hayranlık mı onu buna sevk etmiş bilemiyoruz. Çünkü Deli Çavuş da Çanakkale savaşında çarpışmış önemli bir asker. Belki de kendi çocuklarına bunu yaşatmak istemedi. Çünkü çocuklarına koyduğu isimlere bakarsan bu bile bir şey anlatıyor. Timur, Taner, Levent, Yavuz... Ne Arap ismi, ne Kürt ismi, ne dini bir isim... Tamamen Türklükle ilgili seçimler. Çünkü kendini Alevi hissetmiyor babam, Kürt görmüyor...”

Af çıktıktan sonra hayatta kalanları bir trene doldurup Afyon’a gönderiyorlar. Yokluk, açlık ve perişanlık içinde herkes bir yana savrulurken iki küçük çocuğu Afyon yetiştirme yurduna bırakırlar. Ağabey kaçar, anne babasını hiç hatırlamayan, üç dört yaşlarındaki Ahmet çocuk özlemi çeken bir asker tarafından evlat edinilir. Ve geçmişine dair her şeyi unutur, rüyaları hariç... Delikanlı olduğundan onu arayıp bulan ağabeyi gerçekleri anlattığında rüyasındaki kadının kim olduğunu anlar...

Askeri okulu bitirdikten sonra bir Çerkez kızına aşık olur evlenir. Dört çocuğu olur. Çocuklar annelerinin yetiştirme tarzına uygun büyürler. Ahmet Semerci köyüne dönmez bir daha. Bu konuyu çocuklarıyla fazla da konuşmaz. Babasının bu yazı üzerine tepkisi ne olmuş peki:

“Aramadı. Babam bu konuda konuşmayı sevmezdi. Belki her birimiz en fazla iki kere konuşmuşuzdur babamla bunu. Belki annemin etkisi vardı. Annemin de Sovyet Devrimi’nden kaçıp Trabzon’a yerleşmiş bir ailenin kızı olduğu söylenir... Annem öldükten sonra babam geçmişi daha çok kurcalamaya başladı. Gene gitmedi köye ama daha fazla düşünüyor artık çocukluğunu. Annemin yanında asla ve asla konuşulmazdı bu.”

Türkiye’deki çok evin çok annesi yapar bunu. Susarak korur çocuklarını. Ama sanırım Türkiye’nin genel suskunluğu bitiyor artık. Konuşuluyor. Öğretilen tarihin üzerindeki kumu alıyor zaman. Yavuz Semerci hikâyenin sonunu anlatırken bunun bir şans olup olmadığını düşünüyorum.

“Babam toprakları istemediğine dair bir vekaletname göndermiş olmasına rağmen, ölene dek bizi ve babamı bırakmayan amcamın, babamın topraklar üzerindeki hakkını koruduğunu öğrendik. Bugün hepimiz olup bitenler üzerine konuşabiliyoruz artık. Hepimizin ortak bir hikâyesi var. Bu yazıyı yazdım ve birbirinden farklı tepkiler aldım. Silahlı Kuvvetlere karşı olduğumu söyleyenler bile oldu... Benim babam bu ordunun bir mensubuydu. Geçmişinin sorgulamasını yapmadan, kin gütmeden yaşamış onca yıl. Otuz yıl büyük bir bağlılıkla çalıştı... Ne yapalım şimdi? Üzerinde kurşun izleri duran konağı görmeyelim mi? Yaşayanların anlattıklarını duymayalım mı? Babamı, amcamı ve bu hikayeyi görüyorum. Gözlerimi mi kapayayım? Bu bir insan hikayesidir... Yaşanmıştır... Film senaryosu değildir. İzini takip etmek kolaydır. Yaşanmış bu hikayeleri anlatmamış olmamız yeterince kötüydü bence. Anlatsaydık bu noktalara gelmeyecektik belki birbirimizi daha iyi anlayacaktık. Bunca yıllık gazeteciliğim içinde kimseye etnik kimliği yüzünden özel bir davranış geliştirmedim ya da etnik bir kimlik üzerinden bir duruş sahibi olmadım. Saklamadım da... Anlattım... İnsanlar kendi kimliklerini seçemiyor... Bunun üzerinden siyaset yapılabilir mi Allah aşkına?”

Yavuz Semerci’yle sohbetim üzerinde iki yıldır çalıştığım ve bitiremeyeceğime kanat getirdiğim romanın özetiydi aslında. Aleviliğini reddeden Kürtler, Kürtlüğünü reddeden gelinler, Kürtlerden gelen çorbayı döken Çerkezler, Dersim’in asker ailelerine evlatlık verilmiş kızları ve suskunlukla yok sayılmış saydırılmış hayatlar... Türkiye... Dersim’den çok önce de sonrasında da anaların ağladığı, akıl almaz bir cüretkarlıkla ağlaması hak sayılan, buna göz yumulması revadır denilen kahırlı ülke...

Yavuz Semerci’den bir Türkiye öyküsü dinlediniz...


***



Dersim’de neler olmuştu?

OSMANLI döneminde başlayan aşiret ayaklanmalarının nihayeti 1937 ve 1938 yılları arasında bugün Tunceli olarak bildiğimiz Dersim’de yaşanır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katliam olarak isimlendirdiği bu son olay, Osmanlı Dönemi’nde yurtluk ve ocaklık olarak özerk bir yönetime sahip olan aşiretlerin tek otoriteye bağlanma reddinin sonuçlarından biridir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla özerkliğini kaybeden bölgede aşiretler, askerlik ve vergi yükümlülüklerine itiraz ederler. 1935 yılında “2884 sayılı Tunceli Vilayeti İdaresi” hakkında bir kanun çıkar. Bu kanuna göre bölgeye askeri bir vali atanmasına karar verilir. General Abdullah Alpdoğan’ın geniş yetkileri ve sert tutumu bölgede yeni isyanlar çıkmasına sebep olur. Yaklaşık 6000 kişinin ayaklandığı 1937’deki olaylarda Harçik köprüsünün yıkılması, telefon hatlarının kesilmesi, bölge askeriyesine düzenlenen saldırı ile bütün askerlerin öldürülmesi, otoriteye ait mekanların yakılması ile olaylar tırmanır. Bölgede güvenliğin sağlanamaması ve hükümet otoritesinin kaybedilmesi sebebiyle askeri hareket başlatılır.

50 bin asker ile bölgedeki dağları aşamayan General Abdullah Alpdoğan bir hava saldırısı gerçekleştirme talebi onay alır. Bölgeye havadan saldırı gerçekleşir. İsyancılar teslim olur. Kasım 1937’de sona eren yargılanmada ayaklanmanın lideri Seyid Rıza ile altı kişi idam edilir. Çok sayıda Kürt ayaklanmacı hapis cezalarına çarptırılır. Ancak 1938’de Kureyşan Kürt aşireti bir isyan daha başlatır. Eylül 1938’de ayaklanma tamamen bastırılır. Bölgedeki olaylar 1948’e kadar sürer.

Bugün bu ayaklanmaların ve bu harekatın sonuçlarının konuşulabiliyor olması öğrendiğimiz resmi tarihin tartışabilir, değiştirilebilir olması önemli bir adımdır. Genç kızları ve küçük çocukları ailelerinden koparan 12 bin kişiyi yaşadığı yerden sürgüne gönderen, resmi raporların 13 bin, gayri resmi söylemin 40 bin olarak verdiği ölü sayısı, isyana katılmayan bölge halkının da maruz kaldığı şiddet ve bölge halkının kimi köylerinde görülen mezhep ve köken inkarı bu olayların sonuçlarından bazılarıdır.

‘Mağarada insanları fare gibi zehirlediler’

DÖNEMİN Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in 1987’de Bursa’da Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği röportajda bölge halkının ileri gelenlerinden biriyle yapılan görüşmeden söz eder. Abdullah Paşa ile yapılan konuşmayı şöyle anlatıyor; “3 kişi dışında bize ismini verdiklerinizi size teslim etmeye karar verdik. Ancak siz burada bir harekat yapıyorsunuz. Bu harekat gelir geçer. Buraları yine Kürt ağalarına kalır. O zaman bize zulüm ederler. Bizi kurtaramazsınız . Bütün Dersim’e hakim olsanız oraya devlet otoritesi girebilse bize zaten zulüm edemezler. Ama orada siz yoksunuz. Kudret din adamlarında, şeyhlerde. Din büyükleri onlar. Biz onlara uymaya mecburuz” der. Abdullah Paşa, “Şimdiye kadar böyleydi” diye yapılacakları anlatsa da kabul edilmez. İhsan Sabri Çağlayangil anlatmaya devam eder; “Kabul etmediler. Geri dönüldü. Bunlar mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Kanlı bir harekat oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi.”


Kaynak:Vatan Gazetesi
www.vartositesi.com
VARTONUN ÇIĞLIĞI 

CHP'li Oymen Dersim katliamini ovdu !


10 Kasım günü Mecliste yapılan " Demokratik Açılım" konulu oturumun ön görüşmesinde kürsüde söz alan CHP Milletvekili ve Başkan Yardımcısı Onur ÖYMEN' in sözleri toplumdan büyük tepki gördü, görmeye devam edecek ...
Söz konusu oturumda AKP politikalarını eleştireceğim diye şartlanan Onur ÖYMEN 1937-38 yıllarında Dersim illerinde gerçekleştirilen ve onbinlerce Alevi insanın canına mal olan katliama göndermede bulunarak, Mustafa Kemal böyle mi yapıyordu, o gidip teröristlerle mi görüşürdü, Dersim isyanında, Şeyh sait isyanında ne yapılması gerekiyorsa onu yaptı, o zaman da analar ağlamadı mı , analar ağladı diye operasyon ve hareket durdu mu" olarak özetlenebilecek bir konuşma yapmıştı.
CHP' nin politikalarıı şekillendiren en güçlü "beyin" takımının başında yer alan Onur ÖYMEN' in bu Nazi Almanyasının faşist bir subayının cümlelerini andıran konuşmasını biz de Vartonun Çığlığı Vartositesi.com olarak büyük bir öfkeyle protesto ediyoruz.Konuyla ilgili gelişmeleri sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.
Not:
Dersim Katliamını konu edinen DERSİM 38 adlı film sitemizde yayınlanmıştı.Şu anda yeniden o film ile Dersim katliamınının ayrıntılarını öğrenmek isterseniz lütfen sitemizdeki VARTOTV deki ON-DEMAND tuşuyla istediğiniz menüye ulaşın.
www.vartositesi.com

Gola Kesqé ziyaret evi acildi - Hidir Ali Bingol


Hıdır  Ali Bingöl

GOLA KESKE ZİYARET EVİ´NE KAVUŞTU

Guluklar köyü ve mezraları  yüzyıllar sonra inanç yerlerinden biri olan; Gola Keske (Yeşil Göl) ziyaret evine kavuştu.
Guluk (Taşlıyaka) köyü ve mezralarının kurdukları; Guluk Köyü Dayanışma Derneği´nin girişimi, Varto Belediyesi ve halkın desteğiyle, Gola Keske Ziyaret Evi´ne kavuştu.
Kızılbaş Alevilerin inancında kutsal yeri olan ziyaret evleri; adak ve kurbanların kesildiği, ibadet ve inaçlarını yerine getirildiği yerdir.
Kızılbaş Alevi inancından yola çıkan, Guluk Köyü Dayanışma Derneği, bir ilke imza attı.
Gola Keske; Varto kasabasından yakalaşı k 2000 metre tırmandıktan sonra zirvedeki göl kenarına kurulmuş bir ziyaret evine sahiplik yapıyor.
Ziyaret evi 20 - 25 kişinin rahatça oturabileceği bir mekan, adak ve kurbanların pişirileceği bir mutfağa sahip. Bahçesinde yüzlerce kişinin oturabileceği geniş alana ve dışarda kurbanların pişirileceği baca, geleneklerinin devamı olan sac altında pişirdikleri bıçık (bavko) zervet gibi geleneksel lokmaların pişirileceği olanaklara da ev sahipliği yapmaktadır.



Guluklular Dayanışma Derneği adına konuşma yapan Hakkı Bingöl; Alevi inanç, gelenek ve göreneklerini, inançtaki ziyaret ve kutsal yerleri bilimsel bir dille anlattıktan sonra ibadet ve inançtaki önemini ziyaretçilerle paylaştı.
Hakkı Bingöl; derneği temsilen Varto Kaymakamı Mehmet Yıldız´a, eski belediye başkanlarından Nazım Han, Varto Belediye Başkanı Gülşen Çelebi´ye ve Dr. Ercan Bayrakçı, emeği geçen Turabi Yılmaz´a plaket verdi.
Kızılbaş Alevi inancında; darda ve zorda kalanlara Boz Atlı Hızır yardımcı olur.
İki metre karın düştüğü, Gola Keske etrafında, Boz Atlı Hızır görülür. Darda, tipi ve boranda göl kenarında atıyla gezen Boz Atlı Hızır, darda ve zorda kalanlara yardımcı olur.
İnanca giren bu saygınlık, inanç ve ibadetlerini yerine getirmek için zorluklarla malzeme taşınarak yapımı gerçekleştirilen Gola Keske Ziyaret Evi, bundan böyle ziyaretçileri ağırlayacak.
Kerem Akdağ yönetimindeki Varto Pir Sultan Abdal Kültür Derneği - Cemevi semah ekibi yüz yıllar sonra ilk kez Gola Keske etrafında semah döndü.
Kesilen kurbanlar ortak kazanlarda pişirilerek birlikte getirilen lokmalarla dağıtıldı.
Duygulu anlar yaşanan, Gola Keske Ziyaret Evi açılışında; ibadetlerin özgürce yapıldığı ve  öteki Kızılbaş Alevilere örnek olması gelenlerin dilekleri arasındaydı.
Darısı “Gola Sar”  (Soğuk Göl) Ziyaret Evi´nin başına diyenler de az değildi.
Varto, 06.10.2009


Fotoğrafları görüntüleyemiyorsanız Lütfen buraya tıklayın
www.vartositesi.com 

Vartolular Kadikoydeki mitingde bulustular


8 Kasım 2009 Ayrımcılığa karşı Alevi Mitingi üzerine kısa bir gözlem yazısı:


Bir yıl önceydi, daha az çıkan sesimizle, çok daha az duyulan basındaki yansımalarla ama bunlardan öte en çok “olay çıkaracaklar” diye bilinçli bir provakasyon yaratmak üzere atağa geçmiş ırkçı / fethullahçı medya yüzünden Ankara’da yapılmakta olan mitinge gerginlik psikolojisi ile gitmek zorunda kalmıştık.
Biz mitinge katılan Halk veya kurumlardan kaynaklı hiçbir olayın yaşanmasına ihtimal dahi vermiyorduk ve bunu İslamcı medya da biliyordu ama maksat ortamı germek ve mitinge yönelik olası bir polis müdahalesini meşrulaştırmaktı.Bunlarla birlikte bir başka kaygı daha vardı mitinge gitmeyi düşünen insanları değişik sebeplerle bundan uzak tutmak ve katılımı olabildiği kadar düşürmek; Galiba en çok başardıkları buydu, yani mitinge katılım geçen sene eğer olay çıkacak havası yaratılmasa kesinlikle çok daha yüksek olacaktı-tersini iddia edenler de çıkabilir ben kendi gözlemlerimi aktarıyorum-
Peki sonra ne oldu, Ankara Gar’ındaki bekleyişimizi, ülkenin dört bir diyarından gelen insanların bir birlerine karışan halaylı, horonlu bekleyişleri heyecana dönüştürüyor, Ankara’nın sabah saatlerindeki dondurucu soğuğuna karşın artan insan seli ile güneşli bir bahara dönüşüyordu adeta…Isınmak ve zaman geçirmek biraz da belki oturacak yer buluruz düşüncesiyle gittiğimiz Gar içinde bir de müzeyle karşılaşmak iç açıcıydı,kapıların sabahtan açılması her şeye rağmen insani anlamda doğruydu en azından bu kadarını yapabilmişlerdi…
Çaylarımızı yudumlarken uzaktan görünen tanıdık otobüsler ve kendi ilçemizden peş peşe gelen araçlar nerdeyse 1000 km uzaktan gelen “tanıdık” yüzlerin bizlerle buluşması görülmeye değerdi( Bu coşkuyu gurbette yaşayan tüm canlar kendi yörelerinden gelen her insanla karşılaştıklarında o gün yaşamışlardır) hele ki otobüslerden inenler arasında hiç de azımsanmayacak sayıda yaşları 60 ile 75 arasında değişen Vartolunun olması hepimizi onurlandırmıştı.Bu insanlar belki de 80 darbesinden sonra ilk defa bir mitinge katılıyorlardı, belki de hayatlarında bu bir ilk olacaktı.Onların varlığıyla duyduğumuz onur 9 saate varan yürüyüş ve miting güzergahındaki kararlı duruşları ve bir kez olsun oflamamalarıyla, ayakta dimdik çınarlar gibi heybetli duruşlarıyla bambaşka bir duygu yoğunluğu yaşatmıştı ben kadar diğer dostlarda da, akşam vedalaşmak biraz da bu yüzden duygu yoğunluğu demekti…

Ankara bir yeter artık” çıkışının ilk büyük adımıydı bunu biliyorduk ve İstanbul bunun bir ötesi olmak zorundaydı..

İstanbul gözlemleri…
8 Kasım günü Kadıköy’ ün 3 büyük ana caddesinden Rıhtıma doğru yönelen onbinler değil, yüzbinler de en az Ankara kadar bir çoğumuzda unutulmaz hatıraların günü olmaya adaydır.
Hatırlayan dostlar benim “ne kadar hazırız” diye bir soru sorduğumu, “1 milyon insan katılacak haberlerinin dolaştığını ama var olan çalışmayla bunun çok zor olduğunu “ belirttiğimi hatırlayacaklardır.Gerçekten bu işe asılanları tenzih ediyorum ama o gün Kadıköy’e iddia edildiği gibi 1 milyon insan akmamışsa bunda hepimizin ama hepimizin suçu var.Olayın bir suç olmadığının bilincinde olarak, bilinçli bir ifadeyle bunu söylüyorum.Forumdakiler dahil, hepinizin bağlı olduğu kurumlar, partiler,dernekler dahil,veya tek tek ulaşamadığımız insanlardaki sorumluluk payımız dahil buna…
Peki etki nedir denilirse şunu diyebilirim, miting öncesi çalışmalara bakarak her şeye karşın 100 binin üzerinde 300 binin altında bir katılım beklediğimi tahminen iletmiştim FOTOĞRAF KARELERİNE DE –MEYDANLARA DA SIĞMADIĞIMIZ AP AÇIK ORTADADIR.Dolayısıyla kendimizi dev aynasında görmeyelim ama inanın birilerini haddinden fazla rahatsız edecek kadar fazla olduğumuzu bilelim ve buna uygun davranalım. “Umarım bugün yerimizden kıpırdayacak kadar çok oluruz” temennimin gerçekleşmiş olmasından büyük bir mutluluk duyduğumu apayrı bir keyifle eklemek istiyorum.
Bir de bir ayrıntı hani miting esnasında bile alanın her yerini göremediğimizden bu denli yoğun katılım olmadığını sanıyordum, özellikle yüksek katlı binalardan yapılan fotoğraf çekimlerine çok şey borçluyuz.O fotoğraflar sayesinde görkemli ve ne istediğini bilen bu yoğunluğun büyüklüğünü görmek umut verici hale dönüştü…
Konuşmalar basına yansıdı, canlı izleyenler dışında bizler de kaçırdıklarımızı-duymadıklarımızı basından okuduk.ABF başkanı Ali BALKIZ’ ın şu sözlerinin önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum
-“Bundan sonra dilekçe devri bitti, sözümüzü artık meydanlardan söyleyeceğiz”
-“Bizi önümüzdeki yıl çocuklarımızı din dersini boykot etmeye zorlamasınlar”
-“Para vererek inanç merkezlerimize girmek veya oralara kira vermek istemiyoruz, bizi kontratlarımızı yırtıp atmaya mecbur bırakmasınlar”….
Maddeler fazla, talepler net aslında, din derslerinin mecburi olmaktan çıkarılması en net taleplerin başında yer alıyor, bunu katılımcıların slogan ve afişlerinden gözlemek mümkündü.Kadınların mitinge katılımdaki artışı alkışlanacak kadar fazlaydı.Bir alkış da çocuklarıyla alanda olan Anne babalaraydı.Ben bu noktada onlar daha çocuk yaklaşımını “kör demokrat” anlayış olarak görüyorum.
Yine nerdeyse Türkiye’nin her köşesinden mitinge katılan Alevilerin veya onlara yanınızdayız diyen dostların pankartlarını görmek umut vericiydi.Ama bu sene alana ulaşmaya çalışırken izdiham ve karmaşa da dikkatimi çekmedi değil, ufak bir boşluk bırakmaya çekiniyorduk, anında yanımızdan başka bir grup sızmaya yelteniyordu bunu çok tasvip ettiğimi söyleyemem.Bu anlamda Ankara’daki uzun yoldaki tertipli-düzenli kortej havasını özlediğimi kesinlikle belirtmek zorundayım.
Yürüyüşün Nautilius tarafından yürüdü Vartolular, alana varışımız 13.30 u buldu biz girdiğimizde çoktan başlamıştı miting ve alana girişler hala sürüyordu.Sığmamak gerçekten moral vericiydi.Bu yoğunluğun oluşması için özel çaba sarfeden parti veya derneklere özel bir teşekkürüm var, ilginç olan bu kadar yoğun şekilde katılan parti veya katılımcı kurumlara dönük “bunlar da her yere gelmişler diyen birkaç kişiden duyduklarımdı?!” gözden kaçan ise o niye bu kadar dağılmışlar zannedilen hareketlerin çok net bir şekilde alana sığmayacak gövdelerden bir/ ikisini oluşturduğuydu…
O gün orada çok sayıda yeni canla tanışmak ve karşılıklı fikir alışverişi değerliydi.Bu canlar arasında elbetteki Varto'dan katılan her can fikirsel ve yöresel ve tarihsel anlamda bizim için daha da önemliydi...
Toparlarsak katılım iyiydi ama mutlaka daha iyisi olabilirdi.Belki seneye…
Coşku güzeldi, ama yine de Ankara’ yı özlediğim anlar olmadı değil..
Talepler net; ama denilenlerin artık yapılması gerekiyor.Yani bir irade sergileme zamanı artık.Haklarımızı sadaka dilenir gibi lütfen verir misiniz anlayışı hızla terk edildikçe alabilmemizin önündeki engellerin daha çabuk aşılabileceğine inanıyorum.Önümüzdeki yılın mitingi yapılırken biraz daha koordineli harekete önem verilmesini kaçınılmaz buluyorum.Daha büyük bir meydan olabilirdi, polis arama noktaları daha çoğaltılabilir belki kaldırılabilirdi. vs vs…
Yine de her şeye rağmen Kadıköy’deki Alevi mitingi Türkiye’de var olan bütün sorunlara dönük Alevilerin ve onların temsilcisi kurumların “sözünü söylediği” bir gün olma ve 2008 yılına göre bir üst basamağı temsil etmesi anlamında her yönüyle geride önemli bir birikim bırakmıştır.
Emeği geçen tüm dostları sevgiyle kucaklıyorum.Çorbada bir tuzumuz olduysa ne mutlu !

Gözlem : Veli BEYAZGÜL

Labels

vartohaber (12) varto (8) Eğitim (6) 6.koğ festivali varto (5) Varto Belediyesi (5) alevi (4) 12 eylül (3) Badan köyü (3) Ferhat Sidar BİNGÖL Kalp nakli (3) Haber (3) RADYO GIMGIM Futbol (3) dersim (3) istanbul vartolular gecesi (3) izmir varto der (3) varto vakfı varto haber (3) Barış (2) Kesk Disk Türk iş miting kriz (2) Kocaeli (2) Muş Valisi (2) Varto seçimler oy oranları DTP AKP CHP (2) Vartoder (2) asker (2) barış grubu (2) dersimin kayip kizlari (2) iki dil bir bavul özgür doğan (2) kardeşlik (2) kültür sanat (2) organ bağışı (2) radyo gımgım (2) referandum (2) trt6 trt şeş (2) türkiye 1.si (2) varto belediye başkanlık seçim (2) varto yüksek okulu (2) xamurpet gölü hamurpet turizme açılıyor (2) Üniversite (2) çaylar (2) - (1) 1 kasım kampanyası soyguna hayır sabite hayır (1) 7.VARTO koğ festivali (1) 7.koğ festivali (1) Alpaslan Üniversitesi (1) Anadolu (1) Anayasa Mahkemesi (1) Bingöl (1) Daimi (1) Demokratik acilim (1) Deniz (1) Dersim Katliamı (1) Dtp (1) Ekin TV (1) Ernesto che guevara (1) Eşrefoğlu (1) Fırat Güneş (1) Gazi Katliamı (1) Gola Kesqe (1) Gülşen Değer (1) Hadise eurovision Düm tek tek (1) Halepçe katliamı (1) Haydar selçuk (1) KOMA GIMGIM (1) Kayıp Şarkılar (1) Kemal soyer (1) Luwi (1) Maraş Katliamının 30.yılı (1) Mehmet Yıldız (1) Miting (1) N (1) Newroz (1) Nurhayat Sağlam (1) Polemik (1) Röpörtaj şahturna (1) Sakina Teyna (1) Siya Korta (1) Sofyan köyü varto (1) TEKEL direnisi (1) Tarih (1) Tural (1) Turk Telekom (1) Varto Belediyesi seçimleri (1) Varto Vakfı (1) Varto Üniversite (1) Vartosanat (1) Yılanlı köyü inali (1) arkeoloji (1) bana iyi bak general (1) barajlara hayır (1) bds (1) berfin (1) berlin varto der (1) beşiktaş (1) bjk (1) boykot (1) civarkan (1) darbe (1) demir çelik (1) deprem (1) dersimspor (1) devrimden sonra (1) din (1) dünya sampiyonu (1) ege (1) elektrik (1) evet (1) festival (1) futbol (1) gazete (1) general (1) gestemerde (1) hawtemal (1) hayri bingöl (1) hayır (1) hızır çeşmesi (1) ihsan yüce üzerine (1) izmir varto gecesi (1) kadim tan vartolu emekçi (1) kapatma davasi (1) kartaldere (1) kayak (1) keranlıx dayanışma gecesi (1) kora (1) kox festivali 2010 (1) kurtçe tv (1) lazonya (1) luvi (1) munzur (1) mus rekabet lisesi (1) mutlu haner (1) nazım uzunboylu (1) nilufer akbal trt 6 (1) omcalı (1) orhan yılmazkaya (1) raqasan varto dayanısma gecesi (1) raqasanlı öğrenciler (1) savaş (1) sel savaş (1) selma kociva (1) sevda (1) seçim- (1) sibel akdağ varto (1) silikozis kot isçileri (1) sivas anması 2 temmuz 2009 (1) sofya doğanca köyü (1) sonuçlar (1) sınav (1) sırrı sakık (1) taraf (1) tatan (1) teknedüzü (1) trafik kazası (1) tunceli (1) türkü (1) tıp (1) varto EML (1) varto depremi (1) varto kaymakamlığı (1) vartoda üniversite kuruluyor (1) vartolu (1) vartolular derneği varto-der (1) vartolular gecesi (1) vartositesi (1) vartoya üniversite (1) vicdani red (1) yar belli degil özgür demirhan (1) yazar (1) zazaca zazaki dil kampanyası (1) Önder Özdemir (1) çayçatı köyü gundemiran eğitim anaokulu usta öğretici başarı (1) çevre (1) öykü (1) özellestirme (1) Şervan Taş (1) Şirinler 50 yıldır komünizmi anlatıyor (1)